Bir Selamınız Varsa Alırdım!..

Çok uzun süredir kafamı taktığım ve orada resmen takılı kaldığım bir konu var: “selam vermeme” hali! Ancak bu durum geçen hafta öyle tavan yaptı ki, hatta karşımdakini, bu yüzden olduğunu bilmeden kırdım! Evet pişmanım, keşke yapmasaydım, kendimi az daha tutabilseydim ancak bardağımı taşıran son damla oldu. Belki o kişi o kadar kırılmamıştır (inşallah) ancak ben üzerimdeki gerginlikten ve aslında söylemek isteyip söyleyemediğim şeylerden dolayı, sarf ettiğim cümleleri normalde dile getirdiğim şekilden ve mimiklerden farklı olarak, kendimi kasarak öyle söylediğimi bildiğim için durumu da öyle addediyorum.
Neyse durum şöyle efendim; ben insanların hele ki aynı binada, aynı sokakta yaşayan insanların bir merhabayı çok görmesine illet oluyorum. Hoş bunu evin içinde bir günaydını, telefonda bir alo ya da yine merhabayı çok görenler şeklinde fiile dökenler de var ya hadi onları geçiyorum şimdi!
Oysa ki o burun kıvırdığımız yabancılar öyle mi ki. Hele bazılarının o kadar samimi selam verdiğini hatırlıyorum ki dönüp ‘acaba tanışıyoruz da ben mi çıkaramadım’ demişliğim olmuştur. Hoş ilk böyle bir durumla karşılaştığımda, grup olarak biz de garipsemiştik. Ay bi tuhaf bunlar, nasıl yani falan demiştik. Hatta itiraf ediyorum, kendi aramızda az da dalga geçmiştik. Ancak çok şaşırtıcı bir şekilde, sonradan hepimiz fark etmiştik ki, meğer o kadar güzel bir durummuş ki selamlaşmak. Bir kere insanı iyi hissettiriyor. Tanımadığın biri sana, o da seni tanımadan, saf ve sadece hislerle selam veriyor ya da belki de, onların tabiriyle ‘politically correct’ -politik doğruculuk- olmak adına hafif tebessüm ediyor ancak sebebi nasıl olursa olsun, harbiden, kendini iyi hissettiriyor.
Bir yerden sonra sen de alışıyor ve etrafa, öyle veya böyle minik tebessümler fışkırtıyorsunuz. Aslında istemeden bile olsa ilk selamı siz verin ya da karşı taraf versin fark etmez, suratınız böylece gülen surat ifadesini yapmış oluyor, bedeniniz gülümseme komutunu alıyor ve veriyor ya, işte olay bu, gerisi boş. Bir anlık da olsa şöyle minik bir pozitiflik bedeninizde tur atıveriyor, o işte bence müthiş bir şey.
Biz de bence toplum olarak bunun yani selamlaşmamanın girdabına öyle bir girmişiz ki ben böyle bir gerçeklikle karşılaştıktan sonra fark ettim, o girdabın içinde debelenen bir üye olduğumu! O günden beri de verebildiğimce vermeye ve öyle olmamaya gayret ediyorum. Verebildiğim sürece diyorum çünkü biz de bir de şöyle garip bir mevzu var. Örnekle açıklayacak olursam;
Mesela ablam, biz bu gerçeklikle tanışmamızı takiben ilk sokağa çıktığında, kendi gibi bebek arabası ile cebelleşen birini görmüş ve ona yol verip hafif tebessüm etmiş, hani ‘ay aynı zorlukları yaşıyoruz, çocuklar işte’ dercesine küçük gülümsemiş. Vay sen misin tebessüm eden, kişi öyle kötü bir bakış atıp arkasının dönüp gitmiş ki, ablam gülen suratıyla kalakalmış! Al bi de buradan yak derler ya tam da o durum yani.
İşte demem o ki, böyle selam verdiğinde seni dövecek gibi olanların tepkileri yüzünden, halen bazen vermekten kendimi alıkoyuyorum işte.
Oysa ki kendime dair de, bir de şöyle bir anı paylaşabilirim: Üniversitede iken, muhteşem engelli dostu binalarımız olduğu için! merdivenleri çıkmakta zorlandığımdan, izin alarak öğretmenler asansörünü kullanıyordum, bazı dersler için. (Hoş izin aldım ama bana kötü kötü bakıp, bunun bizim asansörde ne işi var diye bakan-bakış atan hatta soran ‘üniversite hocaları!!!’ [evet üniveriste!] vardı, oldu, olmadı değil!). Neyse efendim işte o sene, tüm sene boyunca o kadar öğretmenle aynı anda asansörü paylaştık ancak inanır mısınız, tanıştığım hocalar dışındaki hiçbir hoca hiçbir zaman ne bir merhaba, ne bir günaydın, ne bir iyi dersler vb. demedi! Ta kii tek biri hariç; o da, hem de bizim fakülteden olmayan biri, ve tabii ki de tahmin edeceğiniz gibi yabancı bir hoca! Hem de her defasında, tüm içtenliği, içinden gelen tebessümüyle, hem günaydın dedi, hem asansörden çıkarken iyi dersler dedi durdu. Tüm bir sene boyunca hiç adımızı sormadık, hiç tanışmadık ama hep selam verdi. Öyle ki bir sabah ben binerken, o binmediği halde, koşarak beni görünce yanıma geldi ve ‘bizi 11 Eylül nedeniyle ülkeye geri çağırıyorlar! O yüzden ben ayrılıyorum fakülteden. Ben de sizi bekliyordum, bir göreyim söyleyeyim diye. Zira her sabah selamlaşıyoruz, beni bir daha göremeyeceksiniz diye haber vermek istedim’ dedi..... inanabiliyor musunuz? Ben kaç yıl geçti, halen öyle bir anı yaşadığıma, birinin öylesi bir inceliği düşünebildiğine, gösterebildiğine inanamıyorum. Bizde bırakın böyle bir durumu, benim, uzak yolculuğa çıkacağımı bildikleri, onlara günü-saati ile birebir söylediğim halde bi kapıyı tıklatıp iyi yolculuklar demeyen tanıdıklarımın olmuşluğu var! Varın adamın inceliğini siz düşünün.. (Buradan da, her nerede, her nasılsa ve her kim ise bir kez daha selam olsun o hocaya)..
Ahhh ahhh.. Ah ki ne ah..
Ancak en başa geri dönecek olursam, tanıdığım, belli bir samimiyeti paylaştığımız, yakın çemberlerimizde yer alan kişiler selam vermeme fiilini uyguluyorsa (hele bir de bile bile, isteye isteğe, bilinçli bir şekilde) sinir oluyorum, tabiri caizse. Bir de bu selamlaşmama durumunun bir üst versiyonu var ki sormayın gitsin. O da ‘bir şey soracak ya da minik veya küçük bir ricada bulunacak olduğunda dahi’ önce ‘merhaba, nasılsınız, uygunsanız bir şey diyecektim’ demeyi çok görme hali!!! Hayır hadi uzun uzun (artık ne kadar uzunsa!) ‘nasılsınız, uygunsanız bir şey diyecektim’i geçtim bi ‘merhaba’ ya da harf sayısı az diye ‘selam’ deyin bari. Yok o bile çok geliyor! Hoş ben, dediğim gibi, telefonda şu üç harfli alo kelimesini demek bile kendisine zul gelen kişiler tanıyorum ya orası bambaşka!
Bir de senin selamınla mutlu olup karşılık verip bunu hemen sizden, normalde sizin asla kabul etmeyeceğiniz ya da istenmesi durumunda sizi üzecek/kızdıracak şeyleri talep etmek için bir fırsat olarak görüp, deyim yerindeyse, hemen kötüye kullanan ve dolayısıyla sizi, resmen (ve belki de en fenası) selam verdiğinize bin pişman eden tipler var. İşte onlar insanı çileden çıkarıyor, sınıyor.
Neyse efendim, şimdi siz diyeceksiniz ki neden bunları anlattın, neden bize söylüyorsun. Çünkü, tam da en başta anlattığım, benim bardağımı taşıran son damladan sonraki gün, instagram’da şöyle bir hayıflanmaya rast geldim: “..... Birbirimizi sevmiyoruz her şeyi eleştiriyor kötülüyoruz. Komşu komşuya günaydın demeyip kapıyı suratına kapatıyor. .....” [@mertvidinli]
İşte bu sözler, selamlaşmama mefhumundan tek benim mustarip olduğum bir durum olmadığını gösterdi. Ve aslına bakılırsa hem yalnız olmadığıma sevindim (hani birbirimizden daha çok şey bekleyen insanlar var başka da anlamında), hem de demek ki öyle yaygın ki diye üzdü. Oysa ki tasavvufun, geleneklerimizin göreneklerimizin ve her şeyden öte toplum olmanın temelinde birbirimize çok daha saygılı-iyi-hoş görülü-toleranslı (her nasıl ifade etmek isterseniz) olmak var. O yüzden de şaşkınlığım, duruma kırgınlığım daha da bir üzüyor :(
Bilmiyorum işte.. yine bilmiyorum.. :( .. Siz ne diyorsunuz, nasıl hissediyorsunuz, sizin oralarda da böyle mi?
Selamlar.. #içimidökmüşoldum